Bu mutlu sonlu bir hikaye

     Sakladığım sır şuydu: kim olduğun, kiminle olduğun ve nereye gittiğin konusunda çok sabit fikirli olmak yanlıştı. İnsan kendini tanıma konusunda bile çok başarılı değildi ve diğerlerini en ücra köşelerine kadar tanıma isteğinde ısrarcıydı.
      Ilıman iklimli bir kasabanın çok soğuk geceleri olabiliyordu zaman zaman. Geceler uzayıp gidiyor ve üşüyorduk. Böyle tarihi belirsiz gecelerin birinde zifiri karanlığın tam ortasında açan ışıklı bir kardelen gibi büyümeye başladı o değersiz sokakta. Böylece tanımaya başladım onu içimde hiç tanıma isteği yokken.
      Sarıldı kökleri ağaçların o verimsiz toprağın altında birbirlerine. Sarmaş dolaş. Ara sıra yağmur yağıyordu. Umut damlaları nadiren ulaşıyordu o cılız köklerin kalplerine. Sabahın ilk ışıklarında, ateşten ayazın bile üşütemediği iki kalpten bahsediyorum aslında. İki birbirinin olmaması gereken kalp. Yazının gidişatını etkileyecek belki ama zaten birbirlerinin olamadılar. Bu mutlu sonlu bir hikaye yine de.
       Çocukluğumla pekiştirmek istiyorum aslında bu anıları. Çocukluk arkadaşlarımla... Öfkemizin de sevgimizin de sınırının olmadığı zamanlara gittim bazen onunlayken. Durduk yere saatlerce gülebildiğim günler geçti aklımda ve güldüm. Aksi, mutsuzluğunu insanlardan çıkartan, kırıcı olan yanımı da sıkça hatırladım. Bağırıp çağırıp, pişman olup, üzülüp, tekrar tekrar özür dileyip af dilemek gibiydi. Kaybetme korkusu insanda ne gurur ne de başka bir şey bırakıyordu keza. Çocuk gibi başım hafif önümde gözlerim dolu dolu özür dilerken, onun yüzünde bir gülümse yakalamak istiyordum. Yakalıyordum da... Sonra yakaladığım gibi boynuna sarılıveriyordum.
         Sarılmak... sarılmak... sarılmak... İnsan başka bir hatıra bırakmaz mı arkasında?
         Doğrusu onda en yaralı zamanlarımda yaralarımı saran dostluklarımdan izler gördüm. Onlar için canımı verebileceğim dostlarım oldu. Her başım derde düştüğünde beni kurtaran, koruyan insanlar. Güzel insanlar hiç eksik olmadı hayatımda. Uçurumlardan boşluğa düşer gibi düşüyordu onlarda yer yer. Düştükleri yer genelde salondaki kareli halı ya da ansızın devrilen kalitesiz çekyatlardı. Böyle ansızın gerçekleşen, planlanmadan olan sakarlıklara kahkahalarla bakıyordum. Gözlerim bu kez gülmekten yaşarıyor ve her komik dengesizliklerde sevinçle hatırlayabiliyordum onu.
         Bu sonunda iki kişinin çimenlerde yuvarlanıp sonsuza dek ayrılmadan yaşadığı bir hikaye olmasa da yürekten söylenen teşekkür etmenin ve kırılmanın pek de mümkün olmadığı bir arkadaşlık hikayesi aslında. Aşık olmadan, olamadan başlayıp devam eden küçücük silik bir öpücükle taçlanan bir anı aslında.
         Sonucuna bakınca aslında sadece yarım yarım mutluluklar, desteksiz korkulardan kurtulmalar ve çok ürkütücü olmayan yıldırımlar kaldı elimde....
        Çocukluk arkadaşlarımdan çıkamıyorum nedense, alakasız bir anda onlara gösterebildiğim somut ve utanç verici kalıntılarla; onların verdiği tepkiler, telkinler vardı zihnimde, kalbimde...
        Düşündükçe pişmanlık ve cesaret getiren bu mutlu sonlu hikayeye sonu yazmak istiyorum sabırsızlıkla. Ne olursa olsun hayatımda, dünyanın en tehlikeli katili de olsam onun telefonuyla peşimdeki polisleri atlatabilirdim aslında. Her neyse.. Yüzüme belirsiz gülümselerle, özlemin çok, öznenin yetersiz olduğu garip bir beyin göçünü bitirmek üzereyim.
        O kendine ışıl ışıl bir kardelen yarattı kurak çöllerde ve acımasız derecede önemli görüşlerde. O kendi yolunu buldu temiz berrak bir dere gibi. Karıştı büyük çağlayanlara ve görkemli şelalelerle aktı o sonsuz okyanuslara...
        Bense... Benim en mutlu sonlu hikayemdi aslında çünkü ne ben bekledim ne de o geldi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kelebekler ve Uçurtma

Batak