Alışkanlıklar Üzerine

     ''Eski olan her şey güzel miydi?''
     Bu soruyu soruyorum sık sık kendime şu sıralar. Tek bir cevabı olmalıymış gibi sanki... 'Evet' ya da 'hayır'. Büyük bir yanım cevabın 'evet' olduğu konusunda ısrarcı ancak bazı yanlarımsa 'hayır' diyor. Bilinenin netliği ve bilinmezin cazibesi. Kişisel tecrübeler, yaşanmışlıklar, acılar ve mutluluklar aslında bu soruya yalnızca bir cevap verilemeyeceğini noktalıyor.
     Eski olan şeyleri düşünüyorum insan hayatında; kişiler, eşyalar, duygular, alışkanlıklar... En eski olan şeyler alışkanlıklar galiba. Büyük bir sevdayı düşünüyorum, yanıp sönen bir alevin koru gibi kalıyor o ihtişamlı aşklar.
      Elde kalan közle ısınır mı hiç insan? Nargile içerken bile kaç tur değişiyor. Isınıyor işte ama yine de. Sorun 'aşka aşık olmak' ya da 'hayatımızdaki o insanın vazgeçilmez oluşu' falan değil üstelik. Alışkanlık. Kimse vazgeçilmez değil ve hiçbir aşk en büyük değil. Bana kalırsa bunlar zaten dünya tarihinde çoktan yaşanılmış şeyler. Sadece yeni birini hayatımıza alma cesaretsizliği ve kaybetme korkusu. Elindekiyle yetinme, ne büyük palavra! Öte yandan 'gelen de gideni mutlaka aratıyor' yüzdesi!
       Dolabımdaki o örgü kazak bana en yakışan kazak mı sanki? ya da her zaman gittiğim kafede en güzel pizza mı yapılıyor Allah aşkına?!
       Bazı şeylerin kalıplaşması güzelken bazıları gereksiz bir hüzne dönüşüyor aslında. İnsanın sürekli canını yakan bir alışkanlık, eski midir? Eskidir. Dünden kalmıştır. İnsan o acıyı bile seviyor işte, eski olduğu için, tanıdığı, bildiği ve vazgeçemediği için. Bununla ilgili şarkılar bile yazılmadı mı sonuçta. Rakı masalarında insanı darmaduman eden şarkılar.
       Çocuk yanlarımız gibi alışkanlıklar çok keyifli mesela, salıncakta sallanmaktan niye vazgeçilir ki? Salıncakta sallanmak kadar güzel bir alışkanlık olabilir mi ayrıca. Ne kadar masum ne kadar içten.
       Her akşam kestaneli dondurma yemek neden kötü olsun ki? Ne diye bu akşam da vanilyalı yiyeyim diyesin ki?
       Sonuç olarak:
       Günde bir fincan acı kahve içmek,
       Çekmecede saklanan o çakıl taşı,
       Poster koleksiyonu,
       Üzen ve mutlu eden dostlar,
       Hep aynı şarabı içmek,
       Her akla geldiğinde hüzünlendiren bir gönül meselesi,
       O sokak,
       O şarkı,
       O insan...
       Ne yazık ki her alışkanlık muhteşem olmuyor hatta bazıları acı veriyor. Haliyle eski olan her şey de elbette güzel değil. Oturup düşünmek için fazlaca vakit var ömrümüzde. Yaralayanı kapı dışarı ederken gözlerimizi parlatanı baş üstünde tutmakta fayda var. Hangimiz bunu kolayca yapabiliriz ki?
       Yıllar geçip, yaşlandığımız vakit; yapayalnız da olsak,
etrafımızda canımızdan çok sevdiğimiz insanlarla kahkaha dolu bir evde yaşıyor da olsak, o noktaya doğru ve kendi seçimlerimizle gelmeyi diliyorum. İnsan ya pişmanlığa dönüşmüş eski bir alışkanlıktan kurtulmayı bilmeli ya da onu sevmeyi öğrenmeli. Aksi halde ya-şa-ya-maz.
       Sonsuz bir konuymuş meğerse bu... Başta bahsi geçen soruyu kendime sormama neden olan aslında bir çınardı. Yıllara meydan okumuş, güçlü, yorgun, vazgeçmemiş...
       Ve o çınar bana demişti ki:
        '' Gülüyorum ama alışkanlıktan. İstediğim hayatı yaşamıyorum.''
     

Yorumlar

  1. Bazen eski bir aliskanliktir bizi mutlu eden bazen de vazgecme cesaretidir hayatimiza en guzel rengi veren. Bazen tebessumdur eskiler bazen de esaretten kurtulmaktir yenilikler. Bu celiski surer gider senin de dedigin gibi. Seni kucuk bir cocugu sever gibi sevmek eski bir aliskanlik mesela hergun buyudugunu gormeme ragmen...

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu mutlu sonlu bir hikaye

Batak

Kelebekler ve Uçurtma