Koş Koş Kaç


         Oturmuş bir karakterim olduğunu iddia edemem ama oturmuş bir karakteristik bir özelliğim var: kaçmak. Ruh halim ne olursa olsun; mutluluktan dört köşe, çıkmaz bir sokak, stabil, hasretle yanan... kaçmak istiyorum bazen. Her şeyi olduğu gibi bırakıp ilk otobüse binmek, otostop çekmek her ne olursa işte oradan uzaklaşmak. Hatta sadece koşmak. Dalağım şişene kadar koşmak sonra dinlenip tekrar koşmak. Bayılana kadar koşmak. 
Zihnimin derinliklerinde dolaştığımda somut olarak hiç kaçmadığımı biliyorum. Yine de öyle çok kaçtım ki bu hayatta. Zoru gördüm kaçtım, her şey yolundaydı kaçtım, cesaret edemedim kaçtım, fazla geldi kaçtım, yetmedi kaçtım, korktum kaçtım... Bıraktım onlarca insanı kaçtım. Düşünüyorum da tekrar sadece kaçmadım. Kırdım, yıktım, döktüm...
Bazı parçaların düştüğünü biliyorum. Düşüp kırılıyorlar. Ruhumun tuz buz olan parçaları. Beni öldürecek kadar keskin olmayıp kan kaybından hipovolemik şoka sokmaya yetecek kadar keskin olan parçalar. İşte o şok öncesinde kaçıyorum ben. Ölmemek için. Ya da yeniden doğmamak için. Hayat değil de ben aynı kalayım diye. Bu yüzden sanırım yerli yersiz her şeye meydan okumam. Açık bir kapı bırakmak için, istediğimde çıkabileceğim.
Kaçmanın en kötü yanı ‘’sonu’’ asla bilemeyecek olmak. Mesela bir aşkı yarıda bıraktığınızda gecenin bir vakti bitmediğini hatırlatıyor size. Bilinçaltınızı yönetemiyorsunuz ve bir şekilde o sizi ürperten duygu bu kez yerle bir ediyor. Neler yaşanabileceği hakkında en ufak bir fikrinizin olmayışı, yıldırışı... Onun kalp atışlarının ritmini merak edebiliyorsunuz saçma bir şekilde. Nasıl acaba. ‘’güm   güm    güm     güm’’ mü? ‘’gümgümgümgüm’’ mü? İşte bu deliliğin ortasında tek yapmanız gereken şey kendinizden kaçmak oluyor. Sahi siz hiç kendinizden kaçtınız mı?
Hayal gücüyle ters orantıda işliyor hayat. Hayalleriniz gerçek olmuyor. Bir resim çiziyorsunuz, rengarenk bir surreal çalışma veya kara kalem bir portre. Onu tamamladığınızda milyon dolarlar edecek bir eser haline geliyor. Ama ne satıp parasını yiyebiliyorsunuz ne de duvarınıza asıp karşısında bol sütlü kahve içebiliyorsunuz. O sizin beyninizin en kuytu köşesinde örümcek ağlarıyla küflenmeyi bekliyor. İşte ben zihnimin içinden de kaçıyorum. O tabloyu yarım bırakıp –bir yüz çiziyorsam gözleri çizip bırakıyorum- basıp gidiyorum. Sonunda acı çekeceğime başında çekerim diyorum. Keyfim diyorum kahyam diyorum. Rahat diyorum rahatsızlık diyorum. Her neyse işte öyle ya da böyle kaçıp gidiveriyorum. 
Zihnimi toparlayamadığım şu saatte bu yazıyı da yarım bırakıp kaçmamak için son zamanlarda en çok dinlediğim ecnebi şarkısından alıntı yapıp nokta koyuyorum: KOŞ KOŞ KAÇ.



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu mutlu sonlu bir hikaye

Kelebekler ve Uçurtma

Batak