Bir Yunusun Pazar Hüznü

     Zamanın değerini anlamak ister gibi yokluyoruz aslında bazen içimizi. Günler geçiyor, mevsimler değişiyor. Bir şeyler bulacak gibi arayıp duruyoruz hayatlarımızı, aslında var olmayan ya da var olma ihtimali olan şeyleri...
     Yüksek katlı binalarda geçiyor zaman... Penceremizin pervazında bir saksı çiçeği varsa ne ala. Yoksa belki iki bina arasından görünen uzaktan deniz emareli çatı manzaralarında huzuru arıyoruz. Doğanın var oluşuna haksızlık eder gibi yaşarken hayatlarımızı aslında kelimenin tam anlamıyla ölmemeye çalışıyoruz. Üç artı birse evimiz geniş geniş ve güneş görüyorsa ferah ferah yaşıyoruz sonuçta. Sabahları kahvaltıdan sonra çay içebiliyoruz hiç değilse. Alelacele çıkıyoruz evden bazen ve yetişmek için işe otobüsün arkasından koşuyoruz. Günündeyse duruyor otobüs şoförü değilse basıp gidiyor. Hayat devam etsin diye para kazanıyor, para kazanmak için çalışıyoruz. Döngü öyle bir hale geliyor ki sonra çalışmak için çalışıyoruz. Binbir türlü işlerde rol alıyoruz; çok severek, hep isteyerek, yüzümüzde en sahici gülümsemelerle(!)
      Sık sık kol saatimize değiyor bakışlarımız akşam olsun diye ancak akşam olduğunda buna değmiyor. Öylesine kurulmuş bir sofra veya gerçekten uğraş verilmiş bir ziyafet. Öyle ya da böyle karnımızı doyurup yola devam ediyoruz. Dur durak bilmeden bir şeyler içmeye devam edip iki satır söz etmeden bir şeyler izliyoruz. Şöyle durup düşününce galiba hayatı izliyoruz...
      Böyle tek düze hayatlar gelip geçerken evrenden durup arıyoruz işte bir şeyleri. Bir şeyler hep eksik. Bir şeyler hep fazla. Bazımızın pazarı güzel geçmiyor canını yakan bir gönül meselesinden bazısı kendini sıkıntıdan asıyor buğulu aynaların olduğu banyoda.
      Fazla kıstırılmış hissediyorum bugünlerde kendimi. Sadece fazla. Biraz fazla.
      Çıkıp yağmurda dalağım şişene kadar koşmak geliyor içimden, koşmuyorum.
      Kışın dondurma yemek, yüzmek, yorgansız uyumak istiyorum.
      Zaman oradan oraya savururken dur demek istiyorum, ben kuzey rüzgarlarıyla savrulayım hiç gitmediğim o ülkenin çayırlarında. Kulağımda o kültürün şarkısıyla boğulayım denizde. Boğulup tekrar doğayım.
      Belki de zaten boğulup yeniden doğmuşumdur diye düşünüyorum anlamsız bir ifadeyle ayna karşısında. Kendimi bu tıklım tıklım binaların olduğu aslında bomboş şehirlerde bir yunus gibi hissediyorum. İkinci kez boğuluyorum. Pazar gecesinin hüznünü akıtıyorum belki de içimden, öyle hüzünlü işte. Güzel bir kahve ve sigara da almıyor işte bu hüznü benden belki de mizacım hüzünlü, bilemiyorum... Sonuçta beni mutlu etmeye yetmiyor yediğim/içtiğim. Böylece devam ediyor. Bir yerde durup tekrar devam ediyor. Durup durup devam ediyor. Devam ediyor...

Yorumlar

  1. Ne kadar da sahici her şey. Bir durup "hayır" demek geldi içimden, bir şeylere. Ama neye? Sanırım sadece kendimize. Sustum. Yüreğine sağlık celticdolphin

    YanıtlaSil
  2. oyyyy çekirge boşa konuşmamışız saatlerce.....Ne güzel yazmışsın...Buralarda böle dolphin falan...Ne oluyo çekirge

    YanıtlaSil
  3. "Her insan mutlu olamaz. Çünkü gereğinden fazla özler hayatından çıkanları, hakettiğinden daha büyük umutlarla bekler hayatına girenleri ve asla göremez yanı başındakileri." demiş gerizekalının biri ama tabi yaratılış itibariyle depresif insanlarsak biz naaapabiliriz yani :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu mutlu sonlu bir hikaye

Batak

Kelebekler ve Uçurtma