Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Affetim

   Aynı dileği dilemekten kafa tasım çatladı...    'Sevdiklerimle sonsuza dek yaşamak' da değildi üstelik.    Sanırım kendimi sorgulayıp durmamalıyım.     Bilen bilir, susup geçelim deyince;     Konuşuldu,     Koşuldu,     Bilinmedi...         Eş zamanlı huzuru ve tedirginliği,     Alabildiğine yaşayıp,     En güzel saatleri zehir edenlere,     Dünyayı dar etmek vardı da...          Hiç kimsenin beklemediği bir anda,     Affettim herkesi.     İntikamın iki yüzlü ateşine kanmadan,     Hırsın sinsi müziğine dalmadan,     Affettim herkesi.     Sadece öğrendim ki:     Aynı şeyi ummamayı,     Aynı hayale aldanmamayı...     Bir dileği iki kez dilememeyi.  

Seni Sevemedim

Resim
    Ne kadar az şeyi sevmediğimi fark ettim. Her ayı ayrı ayrı, her günü farklı farklı seviyorum. Meyve yemeyi çok sevmesem bile; ananası, armutu, çileği çok seviyorum. Alkolde bile seçici değilimdir aslında votka ve viski ile kötü anılarım olmasa...     Arkadaşlarımı çok sevdim daima, beni kaybetseler, kaybetsem bile sevdim. Arkamda bıraktığım her ilişkiyi sevdim. En çok çıkardığım dersleri sevdim sanırım.     Annemin yemeklerini ve dünya üzerindeki yemekleri seviyorum mesela bu konuda hiç ayrım yapamıyorum. Annemi ne kadar sevdiğimi başka bir yazımda anlatmak üzere susayım.     Geçtiğim yolları, yolumun düştüğü şehirleri sevdim memleketim bile buna dahil hatta. Dinlemeyi, okumayı, izlemeyi, tanık olmayı, yazmayı ve diğer birçok eylemi de seviyorum.     İşimi de sevmekteyim, insanlara yardım etmeyi, kendimden vermeyi bile. Her ne kadar her an bomba patlama ihtimali de olsa kahpe dünyayı da sevdim.     Zorları, kolayları, sıcakları, soğukları, kederi, acıyı, yürümeyi, düşmeyi, kal

MAVİ OJE, KEKLER VE PALYAÇO

Resim
    Selam olsun bu üçlüye, Cem Adrian şarkısını andıran...     Önce iki yumurta hayal kırıklığı ekledim o plastik kaba. Acısını alsın diye bir su bardağı umut. İyice kabarsın, sönüklüğü belli olmasın diye de kabartma tozu.      Evet kekimiz hazırdı. Bilumum aşk yaraları gibi. Adını aşk koyduk kekimizin, eski bir diziden alıntı yapar gibi. Kekteki kabartma tozunun etkisinden midir bilinmez; kabardı kalbimizin, düşlerimizin hayaller tarafı.       Biliyorduk kahveyi sevmezdi. Kahvesiz de ne yavan olurdu kekler. Yediğinde rehavet çökse yürümezdi bile yağmur yağıyorsa. Yağmuru da sevmezdi! Yine de sevmişti 'kek' onu. Onu ve huysuzluğunu en çok gülüşünü.       Kalplerimiz kuş misali göç ediyordu dönem dönem. Soğuktan donmamak ya da güneşin kavurucu etkisinden kaçmak için. Bu kez kış diye göç etmişti ya da fark etmemişti bile mevsimin kış olduğunu. Kötü yanıysa hikayedeki gibi olmamıştı hiçbir şey. Çam ağaçları koruyamamıştı bu kırlangıçları. Bakmak dahi istememişti hatta. Ağ

Alışkanlıklar Üzerine

Resim
     ''Eski olan her şey güzel miydi?''      Bu soruyu soruyorum sık sık kendime şu sıralar. Tek bir cevabı olmalıymış gibi sanki... 'Evet' ya da 'hayır'. Büyük bir yanım cevabın 'evet' olduğu konusunda ısrarcı ancak bazı yanlarımsa 'hayır' diyor. Bilinenin netliği ve bilinmezin cazibesi. Kişisel tecrübeler, yaşanmışlıklar, acılar ve mutluluklar aslında bu soruya yalnızca bir cevap verilemeyeceğini noktalıyor.      Eski olan şeyleri düşünüyorum insan hayatında; kişiler, eşyalar, duygular, alışkanlıklar... En eski olan şeyler alışkanlıklar galiba. Büyük bir sevdayı düşünüyorum, yanıp sönen bir alevin koru gibi kalıyor o ihtişamlı aşklar.       Elde kalan közle ısınır mı hiç insan? Nargile içerken bile kaç tur değişiyor. Isınıyor işte ama yine de. Sorun 'aşka aşık olmak' ya da 'hayatımızdaki o insanın vazgeçilmez oluşu' falan değil üstelik. Alışkanlık. Kimse vazgeçilmez değil ve hiçbir aşk en büyük değil. Bana kalırsa bu

Bu mutlu sonlu bir hikaye

Resim
     Sakladığım sır şuydu: kim olduğun, kiminle olduğun ve nereye gittiğin konusunda çok sabit fikirli olmak yanlıştı. İnsan kendini tanıma konusunda bile çok başarılı değildi ve diğerlerini en ücra köşelerine kadar tanıma isteğinde ısrarcıydı.       Ilıman iklimli bir kasabanın çok soğuk geceleri olabiliyordu zaman zaman. Geceler uzayıp gidiyor ve üşüyorduk. Böyle tarihi belirsiz gecelerin birinde zifiri karanlığın tam ortasında açan ışıklı bir kardelen gibi büyümeye başladı o değersiz sokakta. Böylece tanımaya başladım onu içimde hiç tanıma isteği yokken.       Sarıldı kökleri ağaçların o verimsiz toprağın altında birbirlerine. Sarmaş dolaş. Ara sıra yağmur yağıyordu. Umut damlaları nadiren ulaşıyordu o cılız köklerin kalplerine. Sabahın ilk ışıklarında, ateşten ayazın bile üşütemediği iki kalpten bahsediyorum aslında. İki birbirinin olmaması gereken kalp. Yazının gidişatını etkileyecek belki ama zaten birbirlerinin olamadılar. Bu mutlu sonlu bir hikaye yine de.        Çocukluğu

Öyle bir sigara yakmakla da olmuyor o işler.

Resim
      Duman altı ortamlarda düşünüp içinden çıkılamadı bazı anların.Üstünde duruldukça anlamsızlaştı kayıplar. Zamanın önemsiz olmadığı hatıralar da olmadı değil insanın hayatında. Öyle insanlar girdi ki hayatlarımıza aslında hayatın pek bir önemi kalmadı.       Herkes kendini kurtaracak kahramanı bekledi durdu. Sıkıcı yaşamlarımızdan bir elin bizi çekip almasını bekledik. Gelen ya da gelecek olan asla bilemedi bizi. 'Seni biliyorum' diyecek olan gelmedi, geldiyse de gerçekten bilmiyordu. Hikayenin bitişinde de asla bir kahraman bulunmuyordu. Dünyanın dönüşünü engelleyen o kişi de her kahraman gibi erken gitti ve mutlu sonlar henüz son bulmamış hikayelerdi.        Kol saatlerinde kovaladı akrep yel kovanı, her yetiştiğini sandığında ya geç kaldı ya da erken geldi. Aslında zaten olmayacağını bildiğimiz hayaller içinde önceki senelerden sarkmış hayaletlerle birlikte öldürdük sevenimizi, sevdiğimizi. Kanadı hisler, hissizleşti sonrasında tüm kalpler. Kokusunu bile aldık, ağır

Sonra Onunla Tanıştı.

Resim
        Sonra çocuklar öldü... Üzülmeye değer şeyler gittikçe azalıyordu hayatta. Dünya kendi sonunu kendi elleriyle hazırlıyordu. Günden güne tabutuna birer çivi çakar gibiydi. Yavaş yavaş ama kendinden emin bir kötülük geliyordu. Belki de o kötülük hep içimizdeydi.         Sonra ezanlar okundu... İnanmaya değer şeyler gittikçe azalıyordu hayatta. İlk damla ulaştığından beri yer yüzüne, vicdanlardan damla damla akıyor, azalıyordu bir şeyler. İyi şeyler olsun diye beklemekten, beklemek arsızlaşmıştı. Çaresiz dualarla tutunmaya çalışıyordu ağaçlar toprağa. Cılız ve yorgun kökleriyle deniyordu ayakta kalmayı.         Sonra kuşlar göçtü... Yağmurlar yağdı kurak arazilere. Yeşillenmedi umutlar. Özgürlüğün kanatlarını çaldılar. Tek tek her bir tüyünü yoldular. Uçmak anlamsızlaştı, meselayla başlayıp keşkeyle biten cümleler uzadı gitti. Arzu edilenler bir insanın ellerinde yaşlandı, buruştu, çatladı, toprak oldu...         Sonra uçurtmaları vurdular... Adına güç dendi duvarlara yazılan ka