Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Üçüncü tekil kayıp

Resim
Ve ne zaman biri bana dışarısının nasıl olduğunu sorduğunda onlara birinden bahsediyorum. Cesur olduğuna inanmayan ama benim gördüğüm en cesur insan olan. Herkesin güçlü olduğu yerde sıska. Herkesin erkeksi olduğu yerde tiz sesli. Herkesin sağlam bastığı yerde küçük ayaklı. Çünkü korku ve cesaretin iki çeşidi vardır. Benimki hiçbir şey tehlikeli değilmiş gibi davranmak. Onunkiyse bu koca okyanusta her şeyin tehlikeli olduğunu bilmek. Ona göre beni cesur, onu korkak kılan şey işte bu, hangisi daha kötüyse artık. Adının önemi olmadığı şu zamanda, burnunun yüzünün hangi santimetresinde olduğunu unutamayışım var sonra. Hatırlamalar da cesarete dair. Vazgeçmek de bosvermek de. Herkesten iyi bildiğim ama tanıyamadığım.  Oralarda her şey iyi mi? Havalar biraz soğuk gibi. Üşümez o bilirim. Gri kazakları var. Boğazlı kazak giymeyi sever zira. Yağmuru sevmez ama. Bildiğim bu kadar onunla ilgili. Yetmez mi?

Yıkılmayan Kale

Resim
     Bir düşün peşinde kayboldum, fark edemedim geride kalanları, elimden gidenleri. Sahip olduğum ne varsa teker teker yitirdim, yavaş ama sonucu baki biçimde. Yaşanılan çağın da etkisi büyük tabii. Artık hiçbir şey bıraktığın gibi kalmıyor, mutlak surette değişime uğruyor. Güven duygusu içten şekilde hissedilmediği için küf tutmuş kalplerde. Biraz buruk, hep tedirgin...      Güldüğün, eğlendiğin, üstünden kalkmak istemediğin o kanepe her an altından kayıp gidecek gibi. Gün batarken ya da geceden sıyrılırken güneş, o yattığın yatağın yanıp kül olma ihtimali hep var. Garantisi olmayan kıyak bir iş gibi yaşamak, ne zaman kapının önüne konulacağını bilemediğin. Bundandır topladım ne varsa, teptim sırt çantama. Bir sapı defalarca kopmuş ve yeniden dikilmiş çantam... O da yine koptu kopacak. Yanıma da kursakta kalan hevesleri, elimde kalmış ümitleri aldım.      Bu kez tufanlı denizleri, yüksek yamaçları göze almadan yürüyecektim. Bildiğim, ipleri hala sağlam, hep sağlam o köprüden geçe

Dertli Diş Perileri

Resim
     Sonbaharın iyiden iyiye ele geçirdiği şu günlerde, çamurlaşmış turuncularla geçiyor zaman. Çamurun yakıştığı yegane şey galiba turuncu. Bazen en sevilen pantolonu bazense koskoca bir manzarayı mahvederken, kurumuş sarımtırak turuncu yapraklarda dans ediyor sanki. Her şey renklerde gizli sanırım. Hayranlıklar, depresyonlar, vazgeçişler... Hepsi renklerle alakalı. Bazen gözlerde hayran bıraktırırken bazen gökyüzünde ele geçirir insanı mesela mavi. Bazen tüm şehri kapladığında göz kamaştırır bazen de bir gülüşte gizlidir beyaz. Bazen tutkuyken bazen siren sesleriyle kabusa dönüşebilir kırmızı.      Olmayan şeylere sığınarak geçiyor bazı anlar. Hayali kahramanlardan medet umuyor ve nesillere bu durum endekslenerek ilerliyoruz. Bir şeyler üretmek için ilham perisini beklerken, çenesi kapansın diye diş perisiyle uyutuluyor çocuklar. Gerçi çok dramatik değil diş perisi masalıyla kandırılarak hediyeye kavuşma fikri keza gerçekler fazla can sıkıcı. Kıskanıyorumdur belki de hepsi aynı anda

Kirli

Kendi zihnimin içinde yaşadığım saatler, Son bir sigara, son bir sigara daha, Yeri sabit bir süs eşyası gibi evin, Öyle anlamsız... Yemek yiyebilmek yada su içebilmek için değil, Öyle olmasa gerek, Bu kendinden verişlerin, Yarısında bir sigara, Burundan sızan ince bir dumanla, Kapanan gözlerle, rengarenk, Bir hayalin ortasında yine, Öyle çaresiz... Başka hayatlardan örnekler, Daha iyi, daha kötü, tıpatıp aynısı belki, Hangisini seçersen işte, Daha iyi hissetmek için, Öyle avunma... Düştüğüm o toprak, ince bir sızıyla beraber, Takıldığım taşın hangisi olduğunu bilmemem, Ve sonra kendi kendime kalkmam, Öyle rutin... Çocukluktan gelen alışkanlıklar, Vazgeçilemeyen huylar, Yaşanılanı genele vurma, Ya da sahipleniş, Sonu gelmiş bir sigara, Dudağın hafif yanmasıyla, Öyle sönmeye mahkum... Bugünün değersizliği, Dünün -iyi ya da kötü anlamda- görkemi, Yarından beklenti olmayışı, Ağzına kadar dolu bir küllük, Öyle kirli...

İki Salıncak Bir Kaydırak

Resim
     Öyle bir fırtına koptu ki kim var kim yok dayanamadı. Bu sadece benim felaketimdi oysa ki ama benden başka kim varsa toprağın altına hapsoldu. Ölmediler... Ölür gibi yaptılar sadece. Nefeslerini bu kadar iyi tuttuklarını bilmezdim. Hep iki salıncaklı bir park hayal etmişim. Yanımda herhangi biri, sırayla kaydığımız kaydıraktan. İki salıncak ve bir kaydırak. Öte yandan benim bütün çocuk parklarım yıkılmış, ne kaydırak kalmış ne salıncak. Sonra içimde inceden ağır bir sitem. Ne yaşadıysam artık. Görünenime aldananlar ve gerçeğimi hiç merak etmeyenler. Bilenlerse kendi doğrularıyla takasa girerler hep. Bu noktada herkes haklı işte kendince, içimdeki insanlık algısını tutamıyorum daha fazla nefesimle:      Tahammüller bitik, kimse beş saat sonrasını düşünerek vermiyor kararını ve birini sanki hiç var olmamış gibi bu hayatta silmek çok kolay. Kiminin yarası derin ama kiminin umrunda değil. Anlamaya çalışmayı geçtim, dinlemiyor bile kimse kimseyi. Dünyanın yeni düzeni aslında bu, yalnız

Bir Kadının Yatağını Dağınık Bırakma.

Resim
     ...      Bir mektup konuştu sonra, dedi ki:     ''...yapma. Bir kadının yatağını bırakma...''      İki balık vardı suda çırpınan. Birbirine bağlı iki balık. Balıklardan biri turuncuydu diğeri ise gri. Balıklardan biri boğulmayı göze almıştı. Balıklardan biri çaresizdi, diğerinin ise dişleri keskindi. Kesmek bilmedi o ipi. Balıklardan biri ölüyordu. Balıklardan biri çaresizdi...      Aşk bazen tutarsız olabiliyordu; gücü orantısız, sözü ağır, ışığı kör edici olabiliyordu. Ayrılık ise bazen hayat kurtarırdı. Hangi darbenin yok edeceğini kestiremez, hiç beklemediğimiz zamanlarda yerle yeksan olabilirdik. Büyük bir bomba düşmüş gibi darmadağın bir şehir bırakabiliyordu arkasında. Ölü, yaralı, sakat, sağır kalabilirdi insan. Ayrılık ise; bazen bir kol, bazen bacak, bazen kulak, bazen kalp olarak oluşurdu. Aşk bazen savaştı.        Bir nefes aldı derince, tuttu sonra içinde. Alınması gereken kararlar vardı, karar almaktan nefret ederdi. Bazı şeylerin hemen olmasın

Bitmek Bilmeyen

    Bugün bir koku, birini anımsattı. O insan bir anıyı... Yıllar yıllar vardı aklıma gelmeyeli. Kafamda davullar patladı, tepemde de güneş, beynim aktı gitti kulaklarımdan sanki. Yürüdük yürüdük, dönüp bir baktık, ortada ne bir yol var ne bir rota. Nereye gittik? Kim geride kaldı? Vardık mı? Yerimizde mi saydık?     Hayatta hiçbir şeyin değişmediğini fark etmek kadar can sıkıcısı yok galiba. Nereden bakarsan bak, aynı yeri gördüğünde ne diye başka bir yere gidersin ki? Yeri kemikleşmiş bir acı gibi insanın bedeninde hayat. Vakit ne olursa olsun, aynı yerde sızlayıp duran. Öyle epik bir şey de değil üstelik bunlar, sadece çaresizliği anımsatan bir damga.      İçimden dörde kadar saydım bu kez. Ona kadar sayacak halim yoktu. Ne de olsa insan hiç ''keşke'' dememeliydi, belki bazen ''daha'', bazen ''düzelecek'' diyebilirdi. ''Yoruldum'' diyebilirdi en olmadı sonrasında ''çok yoruldum'' belki. Her neyse, dört

Yeşil Pembe Rüya Gibi II

Resim
    Yeşil Pembe Rüya Gibi II       ''Tanrım bana bir dünya ver yeşil pembe rüya gibi...''        Durmaksızın yankılanıyordu zihninin içinde. Kafa tasını patlatıp çıkacak gibiydi o ses. O duru ses... Durmuyordu lakin devam ediyordu: ''Bıktım artık yaşamaktan. Son kadehte zehir sun saki.'' İnsanın acı çekme katsayısının zirvesine gelmişti, yaşadıklarının yaşayacaklarının teminatı olmasından korkuyordu zira.        Durumun özeti hüsran olmasıydı yine. Ne istediğine dikkat et kategorisine de girebilirdi aslında bu. Rüya istemişti ve almıştı. Gerçekle hayali ayırt mı edemiyordu acaba? Bu kez sadece kendine kızdı. Kaderi veya insanları suçlamanın anlamı yoktu. İşin tuhaf yanıysa insan alışamıyordu aslında yenilgilere, alıştığını sanıyordu artık acıtmıyor sanıyordu, hepsi bu.       Her neyse bir sabah öyle mutlu uyandığı için mutsuzdu yalnızca. Üçüncü şahıs olarak bahsettiğinin de kendisi olduğu apaçık ortadaydı üstelik. Tekrar eden bir hengam

Yeşil Pembe Rüya Gibi I

Resim
         Yeşil Pembe Rüya Gibi I      Günlerden rüya, rüyalardan bir gün.       Bir masalın başlangıcı gibi. Güzel uyanılmış bir sabah gibi. Yeni demlenmiş çayın kokusu gibi. Midedeki kramp gibi. Yeni bir yol gibi. Yağmur gibi, çakıl taşları gibi, karanfil gibi, mürekkep gibi, cesaret gibi, söz gibi...      Uzun zamandır hissetmediği duygularla açmıştı gözlerini o sabaha. Kalbi ağzından fırlayacak kadar heyecanlıydı. Törpülediğini sandığı anlamsız umutları yine, yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Aklında ne hayal kırıkları kaldı ne başka bir şey. Aşkla uyanmıştı, aşık uyanmıştı.      Hayatını birini sevmeden devam ettirme fikrini kendine empoze etmişti aslında nasıl oldu da bir kez daha aşık olmayı başardı? Gariptir. Üstelik rüyasında, var olmayan birine. Var olmadığını sandığı...      Olası mıydı acaba, daha önceden hiç tanımadığı birini adına kadar rüyada görmek. Bilim bu durumu net bir şekilde noktalıyordu aslında: bilinç altıydı bilmem neydi diyerek. Kader insanlarına bilim

Alelacele

Resim
     Üç dört parça bulaşık vardı mutfakta, yarım yamalak yıkayıverdim. Bu sırada çamaşırlıkta çoraplar kurumuş toplanmayı bekliyorlardı. Baktım da ne kadar desen desen ve renkliler. Bilinç altımı yansıtıyorlar sanırım. Hemen eşleyip, iç içe sokup, topladım onları. Çekmeceye attığım gibi çoraplarımı, odamın dağınıklığı yordu beni. O kadar uzun boylu değil ama sonra halledeyim odayı deyip hızla uzaklaştım.       Sanki çok zamanım varmış gibi bilgisayarı açıp, hareketli bir Sezen Aksu şarkısı açtım. Çok sevdiğim o dostun dediği gibi duygusal şarkılarından daha başarılılar galiba gerçekten. ''Böyle de nispet olmaz ki seni gidi zalim yar...''      Evden biran önce çıkmam gerektiği için biraz dans etmeye karar verdim, dans edip bir yandan da çarşafları dürüp kanepenin altına koymayı başardım. Boş şişeleri torbaya koydum akabinde, keşke baş ağrımı da çıkartıp atabilsem aynı şekilde.       Dişlerimi fırçaladım hızlıca, duşa girdim ardından. Duş ve banyo ayırımını yapabil

Batak

Resim
     Hiç bilmediğiniz birini tanımanın bin bir çeşit yöntemi vardır şu hayatta. Farklı farklı tanışma hikayeleri. Ortak arkadaş vasıtasıyla olan mesela en sıkıntısız olanıdır. Her iki taraf için de referans vardır ortada, garantidir. Sosyal mecralardan birileriyle tanışılabilir, samimiyetsiz olabilir. Durakta, hastanede, barda... Alternatifler böylece uzayıp gidebilir. Hakkında çok şey bilmediğiniz birini en iyi tanımanın yeri ise kesinlikle batak masasıdır.      Duygularımızı rahatça ifade edebildiğimiz birçok yer vardır, kontrolsüzce ifade edebileceğimiz yerler kısıtlıdır yine de. Çözmek istediğiniz birini alın karşınıza ve eşli batağa giriniz. Onun eline güvenerek oyuna giriniz ve batınız. Yüzünde öfkeden acımaya kadar o kadar çok şey belirme ihtimali var ki ve bu kontrol edilemez. İnsanlardaki kazanma hırsını ve kaybetme zafiyetini gözlemleyebileceğiniz en doğal ortamlardan biridir. Bu konuda tez bile hazırlanabilir.       Hayat ve insanlar üzerine sayfalarca yazılar yazıp duruyo

DÜŞLERİN KIYISINDA

Resim
                                                                   Durdu ve düşündü o an. Her şeyden vazgeçtiğini sandığında içinden: -  Kuş olup uçmak, balık olup suda nefes almak istiyorum. Dedi. Sonra düşünmek bile istemedi zira sürekli kendi kendine konuşuyor ve sürmeli hayaller kuruyordu. Bunda da sıkıntı yoktu aslında. O sadece yorulmuştu. Her Türk kahvesi içtiğinde fincanı gerçekten bir dilek dileyip kapatmaktan belki de. Durmaksızın bir şeyler ummak yerine umursamaz olup o sonsuz ummanların kıyılarındaki darmadağın ormanlarda bir yılkı olmayı tercih etmeliydi galiba. Yine de dedi ki içinden bu kez: - O son sevdalın da titretmedi mi içinde artık var olmadığını düşündüğün kemanın tellerini? Duymadın mı o melodiyi?  Müzik falan duymak istemiyordu. Söz edilemiyordu ki hakkında aşkın. O da yalan bir rüyaydı. Sanki aşık olmak için yaratılmıştı da kimsenin kalbine dokunmuyordu bakışları. Eski zamanlarda her şey ne kadar da güzelmiş oysa. Ne kadar gerçek. - Yanlış zamanda doğ

KAMBUR

Resim
      İnsanlar ihtiyaçları oldukları kadar yanındadırlar... ''Neden takıldın ki bu kadar'', dedi. ''Senin kimseye ihtiyacın olmaz.'' Kimseye ihtiyacının olmaması ne kadar rüzgarlı bir yerdi, haberi yoktu.       Bazı insanlar yaş almaz, yaşlanır. Yorgun, bitik ve küskün. Her şey bitmiş gibi gelen bir anda kaç yaşında olduğunun ne önemi olabilir ki? Derinin altına gizlenmiş bir utanca benzer bazen hatalar, neşterle kesip atmanın çok mümkün olmadığı. Tadı kaldığında damağında ne kadar da acı olduğunu hissetmenin keskinliği, yalnızca küpüne zarar değilken, bu kadar acı tat nereden geliyor ki? Ben yine de dedim ki ''hayat pek de çilekli pasta değil'' onun yaptığı gibiyse olabilirdi belki... ''biraz limon aromalı''... Herkesin alamayacağı bir tat. Beni ikna etmeye çalıştı belki de hayat dünya gibidir diye...      Dünya emindi ben biliyordum, kendinden emindi çünkü sonunu bekliyordu.Sonu gelsin diyeydi tüm bunlar, bütün olan b